BMD Başkanı Sinan Öncel, İHKİB Başkan Yardımcısı Mustafa Paşahan, TASD Başkanı Berke İçten ve DIŞYÖNDER Başkanı Dr. Hakan Çınar, 2025 öngörülerini paylaştı. Başkanlar, 2025 yılına dair perakende ve ihracat sektörlerinden gelen değerlendirmelerinde, ekonomideki zorlu sürecin önümüzdeki yıl da devam edeceğine işaret ediyor. Türkiye’nin önde gelen dernek başkanları, artan maliyetler, enflasyon, döviz kuru politikaları ve jeopolitik risklerin sektörel beklentilere nasıl yansıdığını aktardı. Özellikle fahiş kira artışları ve maliyetlerdeki yükseliş, firmaların rekabet gücünü zayıflatırken, 2025 için iyimser bir tablo öngörülmüyor.
BMD Başkanı Sinan Öncel: 2025 için iyimser olmamızı gerektirecek bir tablo görünmüyor
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD), çatısı altında yer alan 517 markayla gıda dışı organize perakende sektörünün en önemli temsilcisi konumunda bulunuyor. Her ay yaptığımız düzenli anketlerle üyelerimizin nabzını tutuyoruz. Anketlerden elde ettiğimiz veriler ışığında 2024’ün ilk yarısının genel olarak verimli geçtiğini söyleyebiliriz. İlk altı ayda üyelerimizin yarıdan fazlasının adet satışlarında sınırlı da olsa artış gözlemledik. Adet satışlarındaki artış ve enflasyon etkisiyle cirolarımız da yükseldi. Ancak yılın ikinci yarısıyla birlikte adet satışlarında hem aylık hem de yıllık bazda gerilemenin olduğu bir döneme girdik. Temmuz-Ekim döneminde üye markalarımızın adet satışları ortalama yüzde 30-40 düştü. Ekim ayında cirolardaki artış da enflasyonun altında kaldı. Dört aylık daralma dönemi kasımla birlikte şimdilik sona erdi. Bütün bir aya yayılan indirimler nedeniyle kasım ayında ortalama adet satışlarında yüzde 20 civarında bir artış oldu. Yılbaşı alışverişi nedeniyle aralık ayının ikinci yarısının da hareketli geçmesini bekliyoruz.
“Türkiye turistler için alışveriş cazibesini kaybetti”
Talebin daralmasında ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele çerçevesinde aldığı önlemlerin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ama daha da önemlisi ülkemizde maliyetler dünya ortalamasının çok üzerinde arttı. Bu maliyetlerin tamamı olmasa da belli bir bölümü fiyatlara yansıyor. Alım gücü daralan tüketici gıda gibi zorunlu ihtiyaçlarının dışındaki harcamalarını kısıyor. Diğer taraftan maliyet artışları nedeniyle Avrupa’daki birçok ülkeden pahalı konuma geldiğimiz için Türkiye turistler için alışveriş cazibesini kaybetti. Çok değil iki yıl öncesine kadar toplam kartlı harcamalar içinde yabancıların payı yüzde 10 düzeyindeydi. Oran bu yıl yüzde 5 düzeyinde seyrediyor. Dolayısıyla bütün bu gelişmeler markalarımızın adet satışlarına olumsuz yansıyor.
“Sabit kiralar son 3 yılda 4 kat arttı”
Perakende sektöründe ham madde, işçilik ve kira en önemli maliyet kalemlerini oluşturuyor. Ham madde ve yarı mamul ithalatında yüzde 100 aşan vergiler var. Referans fiyat uygulaması nedeniyle markanın koleksiyonunu çeşitlendirmek için ithal ettiği üründe fiyat ikiye katlanıyor. Diğer taraftan kiralarda olağanüstü artışlarla karşı karşıyayız. Sabit kiralar son üç yılda dört kat arttı. Ciro kirasını da eklediğimizde inanılmaz bir artış ortaya çıkıyor.
Çünkü ticari alanlarla ilgili 10 uzama yılını dolduran kontratlarda mülk sahibinin “sebepsiz fesih” hakkı bulunuyor. Mülk sahibi, bahsettiğimiz aşamaya gelindiğinde yüzde 500’e varan fahiş kira artışı talebinde bulunabiliyor. Mağazanın dekorasyonu ve diğer düzenlemeler için yüklü miktarda yatırım yapan kiracı, çoğu zaman mülk sahibinin dayattığı rakamı kabul etmek zorunda kalıyor.
Sebepsiz fesih konusu sadece AVM’lerle ilgili değil. AVM’ler bu işin belki sadece yüzde 1’ini oluşturuyor. Cadde mağazaları, ofisler, OSB’lerdeki atölyeler, fabrikalar, depolar, antrepolar kısaca tüm kiralanabilir ticari alanlarla ilgili bir sorundan bahsediyoruz.
Özellikle düşük kâr marjıyla çalışan markalar ve ülke genelinde binlerce mağazası bulunan indirim marketleri bu sorundan çok fazla etkileniyor. Çünkü kira arttıkça ürün birim maliyeti içindeki payı da artıyor. O maliyetin bir bölümü eninde sonunda fiyata yansıyıyor. Yani kira artışı, enflasyon şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu konuda mülk sahibini de mağdur etmeyecek şekilde acil bir düzenleme yapılması gerekiyor. Örneğin devlet kiradan aldığı stopaj vergisinin bir bölümünden vazgeçebilir.
Öte yandan, yasal düzenleme yapılmasına rağmen AVM’lerdeki ortak alan giderlerinde de henüz şeffaflık sağlandığını söyleyemeyiz. Şeffaf olmayan genel giderler nedeniyle AVM’lere her ay 700 milyon lira fazladan ödeme yapıyoruz.
“Jeopolitik risklere karşı şimdiden önlem almalıyız”
Her yeni yıl yeni umut demektir. Ancak 2025 için iyimser olmamızı gerektirecek bir tablo görünmüyor. Enflasyonla mücadele kapsamında talebi kısmaya yönelik önlemler büyük olasılıkla devam edecek. Diğer taraftan bulunduğumuz coğrafyada jeopolitik riskler artıyor. Sınırımızın hemen yakınında, Suriye’de 61 yıllık rejimin yıkılmasının ardından gelişmelerin nereye evrileceğini henüz öngöremiyoruz. Bölgemizdeki belirsizliklerin artması halinde 2025’te ülkemizi ziyaret edecek turist sayısında da düşüşle karşı karşıya kalabiliriz. Dolayısıyla tüm bu gelişmeleri hesaba katarak şimdiden önlemlerimizi almalıyız. Özellikle fahiş kira artışlarının önüne geçecek düzenlemenin bir an önce yapılmasının enflasyonla mücadeleye de önemli katkı yapacağını değerlendiriyoruz.
“E-ticarete stopaj uygulaması büyük bir yanlış olur”
Son olarak bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Yılbaşından itibaren e-ticaret yoluyla satışı yapılan ürünlere şahıs işletmeleri için yüzde 25, limited ve anonim şirketler için yüzde 15 stopaj vergisi getirilmesi öngörülüyor. Çok özetle ve net söyleyeyim. E-ticarete stopaj uygulaması büyük bir yanlış olur. Stopaj vergisi hem e-ticaret pazarını küçültür hem de fiyatları arttırır. Başka birçok sorunu da içinde barındıran bu düzenlemenin rafa kaldırılacağını ümit ediyoruz.
İHKİB Başkan Yardımcısı Mustafa Paşahan: İstihdam teşvik ve desteklerinin artırılmasının
İhracatımız için genelde zor bir yıl olan 2024, hazır giyim ve konfeksiyon gibi emek yoğun sektörler özelinde çok daha sıkıntılı geçti. Zorlanmamızda küresel pazarlarda talebin iki yıldır yavaş seyretmesinin elbette etkisi var. Ama asıl sorun ülkemizde maliyetlerle kur arasındaki makasın açılmasından kaynaklanıyor. Girdi maliyetlerindeki yüksek artışlara rağmen döviz kurunun yatay seyri nedeniyle fiyat tutturmakta zorlanıyoruz. Öyle ki üretim maliyetlerinde dolar bazında Asya’daki rakiplerimize göre yüzde 40-50, Avrupa’daki bazı ülkelere göre yüzde 15-20 daha pahalıyız. Dolayısıyla rekabet gücümüzü kaybettik. 2023’ü 2022’ye göre yüzde 9,2 ekside, 19,3 milyar dolar ihracatla kapatmıştık. Daralma bu yıl da devam ediyor. Ocak-Kasım dönemini 16,7 milyar dolarlık ihracatla tamamladık. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6,4 eksideyiz. Önümüzde bir ay kaldı. 2024’ü ancak 18 milyar doların biraz üstünde tamamlayabileceğimizi öngörüyoruz.
Hazır giyim ve konfeksiyonda en çok ihracat yaptığımız ülkeler arasında Almanya yine ilk sırada yer alyor. Almanya’yı Hollanda, İspanya, İngiltere ve Fransa izliyor. Bu yıl, ilk beşteki ülkelerden sadece Hollanda’ya ihracatımızı artırabilirken, diğerlerinde eksideyiz.
İhracatımızdaki daralmaya paralel birçok firma üretimi durdurmak zorunda kaldı. Küçülerek bu dönemi bir şekilde atlatmaya çalışan firmalarımız var. Dolayısıyla bu durum istihdama olumsuz yansıyor. 2022’nin sonunda 738 bini aşan istihdamımız, 2023 sonunda 647 bine, Eylül 2024’te ise 591 bine geriledi. Bu, 19 ayda 147 bin istihdam kaybı anlamına geliyor.
Mevcut gidişata baktığımızda 2025’in ilk yarısının da zor geçeceğini söylemek durumundayım. Toparlanma için kısa vadede iki konuda adım atılması gerekiyor. Öncelikle döviz kuru girdi maliyetlerine paralel hareket etmeli. Ayrıca hammadde ithalatında uygulanan ilave vergilerin ve referans fiyatın gözden geçirilmesi gerekiyor. Öte yandan, hazır giyim ve konfeksiyonun da aralarında bulunduğu emek yoğun sektörler için istihdam teşvik ve desteklerinin artırılmasının da önemli olduğunu değerlendiriyoruz. Aksi takdirde 2025’teki hazır giyim ve konfeksiyon ihracatımız da arzu ettiğimiz düzeylere ulaşamayacak. Hazır Giyim ve Konfeksiyon Sektör Kurulumuzda yaptığımız değerlendirmelerin ışığında iyimser senaryoda 2025 ihracatımızın 19 milyar dolar civarında gerçekleşeceğini öngörüyoruz.
TASD Başkanı Berke İçten: Taleplerimizin karşılık bulması halinde 2025’in ikinci yarısında ihracatta yeniden bir artış yakalayabiliriz
Ayakkabı sektörü için 2024, 2023’ten çok daha zor, dış ticaret dengemizin ihracat aleyhine daha fazla bozulduğu bir yıl oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2023’te 1 milyar 270 milyon dolarlık ihracat ve 1,4 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirmiştik. Dış ticaret dengemizdeki bozulma bu yıl hızlanarak devam ediyor. Ocak-Ekim döneminde ihracatımız 897 milyon dolar düzeyinde kaldı. İhracatımız adet bazında yüzde 20,2, değer olarak yüzde 11,4 geriledi. İthalatımız ise aynı dönemde yüzde 18,6 artışla 1,3 milyar doların üzerine çıktı. 2023’ün tamamında 130 milyon dolar olan dış ticaret açığımız bu yıl 10 ayda 410 milyon dolara ulaştı.
Oysa çok değil birkaç yıl öncesine kadar ayakkabı sektörümüz 400-500 milyon dolar dış ticaret fazlası veriyordu. Ancak girdi maliyetlerindeki olağanüstü artışa rağmen döviz kuru yatay seyrettiği için rekabet gücümüzü büyük ölçüde kaybettik. Somut bir örnek vereyim. Bugün markalı bir çift spor ayakkabı için gerekli malzemeyi Çin’e göre 3,9 dolar daha pahalıya mal ediyoruz. İşçilik ve diğer maliyet kalemleri de eklendiğinde fark daha da açılıyor. Dolayısıyla bu koşullarda rekabet etme şansımız giderek azalıyor.
İhracatın daralıp ithalatın patlaması aynı zamanda her geçen ay yeni fabrikaların kapanması, insanların işsiz kalması anlamına geliyor. Bu gidişle işler yoluna girdiğinde üretim yapacak fabrika, çalışacak kalifiye personel bulmakta zorlanacağız. Dolayısıyla gidişata bir an önce dur demek gerekiyor.
Mevcut koşullarda işçilik maliyetlerini düşürme imkânı yok. Dolayısıyla en azından ham madde ve yan sanayi tedarikinde ayakkabı üreticisinin elinin rahatlatılması, yan sanayi ve ara ürünlerin ithalatında yüzde 100’ü aşan vergilerin makul seviyelere indirilmesi gerekiyor.
Taleplerimizin karşılık bulması halinde 2025’in ikinci yarısından itibaren ayakkabı ihracatında yeniden bir artış trendi yakalayabileceğimizi öngörüyoruz.
Öte yandan mevcut kapasitemizle Türkiye’nin ithal ettiği ayakkabıların büyük bölümünü biz üretebiliriz. Bu nedenle küresel markaların ülkemizde üretim yapabilecekleri zemin oluşturulmalı. Söz konusu markalara Türkiye’de sattıkları ürünün belli bir oranını, örneğin yüzde 30-40’ını ülkemizde üretme şartı getirilmeli.
Burada son olarak bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Yılbaşından itibaren e-ticarete uygulanması planlanan yüzde 15’lik stopaj vergisi bizim açımızdan birçok sakınca barındırıyor. Piyasada birçok soruna kapı aralayacak düzenlemenin bir daha getirilmemek üzere gündemden kaldırılacağını ümit ediyoruz.
Dış Ticarete Yön Verenler Derneği (DIŞYÖNDER) Başkanı Dr. Hakan Çınar: 2025 dış ticarette 2024’ü aratmayacak
Ülkemiz dış ticareti için 2024 parlak olmasa da, dünyadaki ve özellikle Batı’daki resesyona rağmen çok da karamsar bir tablo ortaya koymadı. İhracatımızın yüzde 60’a yakınını gerçekleştirdiğimiz Avrupa’daki resesyonun ihracat için bir gerileme oluşturması kaçınılmazdı. Buna rağmen, reel olarak bakıldığında ve geçmiş senelerle kıyaslandığında dikkate değer bir düşüşün olmadığı, hatta bazı ülkelere ihracatımızın arttığını söyleyebiliriz.
Özellikle Kızıldeniz’de yaşanan olumsuzluklar, ülkemiz açısından bir tercih nedeni olma avantajını beraberinde getirdi. Zira en büyük 10 konteyner taşımacılığı şirketinden altısı Husi militanlarının tehdidi nedeniyle Kızıldeniz rotasından büyük ölçüde kaçınmaya başlamıştı. Bu durum taşıma sürelerinin uzamasına ve maliyetlerin önemli ölçüde yükselmesine neden olunca, Avrupa ülkeleri alımlarının bir bölümünü ülkemizden sağladılar. Ancak yine de özellikle otomotiv, tekstil ve makine gibi yüksek katma değerli sektörlerde ihracatta yavaşlama yaşandı.
Avrupa ekonomisindeki yavaşlama, Türk şirketlerinin ihracat performansını ve dolayısıyla genel ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyince alternatif pazarlara yönelme konusunda özellikle ihracatçı birlikleri ve fuarlar vasıtasıyla bir tür seferberlik başlatıldı. Bazı Türk şirketleri de pazar paylarını artırabilme adına Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yönelik arayışlarla alternatif yaratmaya çalıştılar. Bu arayışlarda kısmen başarı sağlandığı söylenebilir. Ancak bu bölgelerdeki en büyük sorunun ödeme sistemleri ve tahsilat problemleri oluşu, doğal olarak alternatiflerin devreye hızlı bir şekilde girmesini engelledi ve engellemeyi sürdürüyor. Öte yandan, Türk lirasının reel olarak değer kazanması, maliyetlerimizi önemli ölçüde yükseltti ve ihracatçıların rekabet gücünü azalttı.
2024 yılını tahmini olarak 260,8 milyar dolar civarı bir ihracatla, yani önceki yıla göre yüzde 2,5 artışla tamamlayacağımız düşünülebilir. İthalatımızın ise yüzde 6,5 daralarak yaklaşık 341,3 milyar dolarda kalacağını söylemek mümkün. Bu da dış ticaret açığının olumlu seyrini ortaya koyuyor.
2025 yılında önümüzdeki en önemli gelişmenin Batı’daki resesyonun iyice azalması olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak dünyadaki siyasi ve konjonktürel gelişmeler ile savaşların ve komşumuz Suriye’deki gelişmelerin ihracatımız üzerinde etkisinin olacağını söylemek mümkün. Türk lirasındaki reel artış ocak ayındaki başta ücret artışları olmak üzere enflasyondaki yükselişle beraber maliyetleri de yükseltecek. Dolayısıyla emek yoğun sektörlerin işinin biraz daha zorlaşacağını ve ihracat üzerinde olumsuz etkisini sürdüreceğini belirtmeliyim. Tüm bunların ışığında 2025’in dış ticaret açısından parlak bir yıl olacağını söylemek iyimser bir yaklaşım olur. 2025’in de 2024 kadar zor bir yıl olacağını, rakamlarda kayda değer bir değişimin olmayacağını, neredeyse 2024 ile çok yakın verilere ulaşacağımızı söyleyebilirim. Para politikası ile beraber faizlerin etkisiyle ihracatçılarımızın yeniden atağa geçebilmesinin ise ancak 2025’in sonlarında veya 2026’nın başında geçeceğinin altını kalın çizgilerle çizmek isterim. 2025 tam anlamı ile 2024’ün bir kopya yılı olacak.