Ana Sayfa Gündem Yaşasın bencillik!

Yaşasın bencillik!

Soner SELÇUKLU

Uzun bir karayolu seyahatinden sonra Akdeniz’i görünce içinizi bir ferahlık kaplıyor. Navigasyonla ana yoldan ayrılıp hedefe ulaşıyoruz. Güvenlik binasının hemen önünde sıralı araçları bekliyoruz. Bölge yüksek demirli parmaklıklarla çevrili. İçeriyi görmek isteseniz de duvar gibi sık sıralı ağaçlardan bunu yapmanız mümkün olmuyor. Beklediğimiz 10-15 dakika yolda geçirdiğimiz saatlerden daha uzun geliyor… Nihayet giriş sırasında en öndeyiz. Üniformalı görevli cama yaklaşıyor, “Hoş geldiniz” diyerek isimlerimizi soruyor.

Elindeki dosyanın sayfalarını çevirerek listede adlarımızı arıyor. Ön kontrol sonrası 100 metre kadar ileride aracımızı ana giriş kapısının önüne bırakıyoruz. Klima konforundan çıkıp araçtan iner inmez bunaltıcı bir sıcak içine dalıyoruz. İçeri geçinceye kadar üzerimizden adeta ter boşalıveriyor. Görevliler bagajları indirip taşıma arabasına aktarıyorlar. Pasaport, kimlik kontrolü ve kayıtlar için özel bölüme geçiyoruz. Devasa klima sisteminin serinlettiği ortamda derin bir ooh! çekip bankoya yaklaşıyoruz. Gülümseyen yüzler bizi karşılıyor. Üniformalı görevlilerin farklı ülkelerin insanları olduğunu tahmin etmek zor değil! Kayıt bilgilerimizi bozuk Türkçesiyle birisi alıyor. Başka bir devletin sınırları içindeyiz sanki…

Burası Her Şey Dahil Diyarı!
Kolumuza bu diyarın vatandaşı olduğumuzu gösteren bir bileklik takıyorlar. Aracımızı otoparka, bagajlarımızı da odamıza götürüyorlar. Serinletilmiş odamıza geçiyoruz. Bagajlarımızı taşıyan genç, Türkçe konuştuğumuzu duyunca uzun süredir yabancılardan sonra bizimle sevindiğini belirtiyor. Dudaklarını büzerek: “Türkler burada azınlıkta!” diyor.

Bu diyarda nasıl yaşayabileceğimizi anlatıyor. Çok özel hizmetler (özel restoran, SPA, masaj, sahildeki su sporları gibi) dışında tümünün ücretsiz olduğunu belirtiyor. Bahşişi hak etti diyerek uzatıyoruz. İki ay önceden yapılan rezervasyon bedeli dışında parayı cüzdandan çıkardığımız tek şey bu oluyor.
Öğle yemeğinden önce elimizde haritayla çevreyi gezmeye başlıyoruz. Palmiyeler, dekoratif ağaçlar, havuzlar, flamingolar, ördekler, kuğular arasında yemyeşil çimlerle kaplı yürüyüş yollarında keyifle gidiyoruz. “Flamingolar kaçmıyor mu?” diye sorunca bahçıvan, o da Türk’müş, “kanatlarını biraz kesince uçamazlar abey!” Bu uygulamayı acımasız bulduğumu söylemeliyim. Buna itiraz eden yetkili insanlar yok mu?

Ortamda çok sayıda Her Şey Dahil vatandaşı var.

Sıcaklık kıyafet değişimi sonrası o kadar da yakıcı değil. Her yerde havuzlar, su parkları bulunuyor. Hava çok nemli. Bebekler, çocuklar için kulüpler, havuzlar ayrıca hazırlanmış. Gösteri merkezi için büyük bir alan ayrılmış. Hemen oracıkta ayrı bir amfitiyatro yapılmış. Gecenin sanatçıları duyuru panolarında yer alıyor. Özenle seçilen noktalara barlar, kafeler, alışveriş mağazaları, spor alanları, meşrubat, dondurma, fastfood tezgâhları yerleştirilmiş. Pembe-beyaz mermerle kaplı yoldan plaja geliyoruz. Sahil şezlonglarla kaplı, denize uzanan iskelede yüksek bir kulenin üzerinde can kurtaran görev yapıyor. Deniz sakin ve çok çekici. Ancak güneş tepedeyken aklımızdan geçmiyor. Sahilde kumlara uzanmış güneşlenerek kızaran beyaz tenli birkaç kişiyi görüyoruz. Derilerinin çektiği eziyeti düşünüyoruz…

Saate bakıyoruz yemek vakti gelmiş. Tentelerle, şemsiyelerle kaplı yemek bölümünde onlarca masa kapanın elinde kalmış. Bir yarış bir yarış ki sorma gitsin! Sanki kaçan ve kovalayanlar var! Gölgeliğin altında bir masaya ilişip birkaç parça eşyamızı koyuyoruz. Burada ilk öğrendiğimiz şey bu oluyor. Herhangi bir eşyanızla masa veya sandalyeyi saatlerce rezerve edebiliyorsunuz…

Elimize boş tabakla sıcak, soğuk yemekler, tatlılar, meyveler, içecekler, ızgaralar, kızartmalar, deniz ürünleri, kırmızı et, beyaz et, unlu mamuller arasında dolaşıyoruz. Tercihler arasında gidip geliyoruz. Bu arada yemeğini bitirip de masadan kalkanların geride bıraktıkları artıkları görünce insanın karnından önce gözlerini doyurmaya çalıştığını anlıyorsunuz. Döviz kurunun ucuzlattığı hizmetleri almak için ipini koparan görgüsüzlerin de bu diyara geldiğini görüyoruz. “Yiyebileceğin kadarını al, aldığının hepsini ye!” ilkesinden uzak bir topluluk da var kalabalığın arasında. Telef olan onlarca kilo yemek artığını ne yapıyorlar acaba?

Geride bıraktığınız dünyadaki aç insanları, ekonomik krizin yoksullaştırdığı milyonları düşünmeden edemiyoruz. Zihnimizde gidip gelmeler var!

Felsefe yapmaya kalkarsanız burada işiniz ne diye sormazlar mı? Biz de bir kenara bırakıyoruz bu düşünceleri. Suçluluk duygusundan hızla sıyrılıyoruz. Böylece bu diyarı yaşamanın ve tadına varmanın tam sırası diye düşünmek dayanılmaz bir hafiflik veriyor insana!

Dış dünyayla irtibatımız yalnızca telefonla gibi…

Sonunda tabağa yiyebileceğimiz kadar bir şeyler koyup masamıza oturuyoruz. Bölümlere ayrılmış yerlere hizmet veren bir garson yanaşıyor. Türk Cumhuriyetlerinin birinden sanırım. Rusça bir şeyler söylüyor. “Merhaba” diyoruz. Özbek’miş. “Hizmetinizdeyim” diyerek içecek siparişlerimizi alıyor. Bir fırsatını bulup bahşiş kutusunu soruyorum, “burada herkes cebine alıyor” diyerek mesajını veriyor. Bahşişini vermesek de olur diye aramızda konuşuyoruz. Ancak bu kalabalıkta herkesin aldığı ortalama hizmetten öte, peşinde çok kişinin kuyruk olduğu özel meyve sularına ulaşmada yeterli bir servis hızını elde edemeyeceğimizi anlıyoruz. Bundan sonra odadan dışarı çıkınca yanımızda bahşiş parası bulunduracağımız çok açık!

Başka hangi ülkelerden çalışanlar var?
Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Gürcistan, Moldovya, Türkmenistan, Özbekistan, Belarus çalışanları çoğunluktaymış… Garsonlar yabancı dillerde “Privet, Dobroye utro” derken omlet yapan Türk kadın ısrarla “merhaba, günaydın” diyor.

Akşam yemeklerinde sürpriz etkinlikler yapılıyor. “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşının eşliğinde bu etkinliğin başladığını anlıyorsunuz. Vatandaşlar bu sesi duyunca hemen yemek bölümünün ortasındaki boş alana koşuyorlar. Şartlı refleks oluşmuş. Yabancılar için ne alaka bu marş? Ancak motive edici bir tempo yaratıyor diye düşünüyoruz. Ukrayna’dan gelenlerle birlikte Rusça canlı müzik eşliğinde yemek yerken Rusya-Ukrayna arasındaki savaşı unutuyoruz. Nimetlerden ortak yararlanınca düşmanlık falan kalmıyor arada. İstediğiniz kadar yiyin, için karışan eden yok. İçkiler fora! Tabağını, bardağını, kadehini bitir yeniden doldur! Oh ne ala memleket! Kim demiş açlık, kıtlık var diye? Bu düşünceler fırsat buldukça derinlerden yüzeye çıkıveriyor.

Parayı veren düdüğü çalar bu diyarda! Burada düdük çeşitleri de bol…

Türkiye içinde ayrı bir Her Şey Dahil Diyarı’nın yönetimi hiç de kolay değil. Her noktasında özel vatandaşlarına en iyi hizmeti vermek, riskleri hesaplayarak önlem almak zorundalar. Yüksek performanslı bir hizmet için yönetim becerilerinin tüm kadroya yayılması gerektiğini, güçlü bir takıma ihtiyaç olduğunu anlıyoruz. Böyle bir işin bırakınız yatırım maliyetini işletme sermayesi ne kadardır acaba? Devlet teşviklerini alanlar için sorun olmaz sanırım…

Yemek sonrası çay kahve sohbetleriyle güneşin yakıcılığının azaldığı saatleri bekliyoruz. Plaja geçtiğimizde şezlongların kullanıcısı olmadığı halde havlularla rezerve edildiğini gördük. Ankara EGO otobüsleri için çocukluğumuzda “Erken Gelen Oturur” derdik. Burada da geçerli… Sabahın erken saatlerinde bile şezlongların denize yakın olanlarının rezerve edildiğini görünce biz de daha erken saatlerde bu yarışa katılıyoruz ister istemez. Deniz harika! Sırt üstü uzanıyorum çarşaf gibi denize. Birkaç yüz metre yukarıdan parasailing yapan bir çift geçiyor. Porsche şeklinde tasarlanmış tekneyle gençler yarışıyorlar. Denizde oynaşan çiftlerin kahkahaları yayılıyor sahile. Kokteylimizi yudumluyoruz.
Akdeniz akşamları ayrı eğlencelerle karşılıyor vatandaşlarını. Gösteri merkezinde konserler, akrobatlar, kankan dansları, ünlü şarkıcılar gecemizi şenlendiriyor. Ama burada da rezerveler yüzünden masayı zor buluyor her seferinde en arkada kalıyoruz. Garsonlar içki servisi yapmakta zorlanıyor. Her gün etkinlikler dışında bir öncekinin kopyası bir yaşam sürüyoruz.

Bu diyarda kaldığımız birkaç gün içinde acıkmayı, susamayı, dış dünyayı unuttuk. Gelsin kilolar!

Paranın gözünü seveyim. Seçim sonuçları, ağır vergiler, açlık-yoksulluk, baskı altındaki sanatçılar, emekliler, işçiler, köylüler, tutuklular, enflasyon aklımızdan ortama sızmaya çalışıyor! Onu engelliyoruz. İnsan çok çalıştığı, sağlık sorunlarıyla uğraştığı zorlu geçen bir yıldan sonra güzel şeyleri hak ettiğini düşünüyor. Bunun için her zaman bahaneler buluyor. Bencil olmak için zaten çok sayıda bahanemiz vardı yenileri de eklendi bunlara! Yaşasın bencillik? Umurumuzda mı dünya?

Her Şey Dahil Diyarı’nı girişteki gibi bir protokolle terk ediyoruz. Yola çıkarken bir rahatlık duygusu içindeyiz. Ama kazın ayağı öyle değil! Bu duyguyu uzun süre koruyamıyoruz. Araca benzin aldığımızda ve molalarda ekonominin gerçekleriyle yüzleşirken başka bir evrenden gelmiş gibiyiz…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz